İSTANBUL İÇİN YAZILMIŞ 10 ÜNLÜ ŞAİRDEN 10 ŞİİR
Yahya Kemal Beyatlı – Bir Başka Tepeden
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü’yada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Attila İlhan – Neydi O Bir Zamanlar
İstanbul ve sen / neydi o bir zamanlar
sanki gençliğime doğru yaşlanıyordum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
hangi yanıma dönsem seni bulurdum
içimdeki lambanın kırıldığı anlarİstanbul ve sen / sırılsıklam yaşananlar
yanardöner bir ayna yeniden ruhum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
gözlerinin sisinde sevdalı bir yolcuyum
hayal meyal gemiler dumanlı ilkbaharİstanbul ve sen / ikinizden kalanlar
tekrar tekrar ısrarla yaşayıp durduğum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
rüya mıdır gerçek mi kendi kendime sorduğum
İstanbul ve sen / neydi o bir zamanlar
Cahit Sıtkı Tarancı – Bir Saadet
Ne bir kelime konuştuk,
Ne işaret çektik birbirimize,
Fakat gerçektir seviştiğimiz
Vapur kalkıncaya dek,
Göz göze gelmekle sade.
Bir saadet gibi hatırlıyorum,
Yasemin kokusu ondan,
Teneffüsü benden,
Bir yaz akşamı,
Kandilli iskelesinde.
Turgut Uyar – Bitmemiş Şiirler VII
Kapalıçarşı’da, bir kuyumcu dükkânında
Sol eline bir yüzük takmıştım.
Senin entarin basmaydı.
Benim elbisem pamuklu
Yüzüklerimiz sekiz ayardı…
Çocuklar gibi gülmüştük, hatırlarsın
Kapalıçarşı, Mahmutpaşa, satıcılar
Bir hafiflik içinde el ele, yaya.
Bir sabah vaktiydi, güzel ve taze
Mevsim bahardı…
Sonra saçların, omuzların Elâ gözlüm
Sana Elâ gözlüm diyeceğim ömrümce
Koyu da olsa rengi gözlerinin.
Bir kırmızı kordelâ, bir bulut, bir gül
Sen gittin hatıralar perişan etti beni,
Gel, eski günlerin içinden, rüzgârlarla,
Gel,
Kurumuş kirpiklerime bir yağmur gibi dökül…
Nazım Hikmet – Hep Kahır
Dur! Bırak kaynasın kahvenin suyu,
Bana İstanbul’u anlat nasıldı?
Bana boğazı anlat nasıldı?
Haziran titreyişlerle kaçak yağmurlar ardı
Yıkanmış, kurunur muydu yine o yedi tepe
Ana şefkati gibi sıcak bir güneşleİnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste,
Yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be…Dur! Bırak, kalsın, açma televizyonu
Bana İstanbul’u anlat nasıldı?
Şehirlerin şehrini anlat nasıldı?
Beyoğlu sırtlarından yasak gözlerimle bakıp
Köprüler, Sarayburnu, minareler ve halice öv
Diyiverdin mi bir merhaba, gizliceİnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste
Yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be…Dur! Bırak, kımıldama, kal biraz öylece n’olur
Kokun İstanbul gibidir, gözlerin İstanbul gecesi
Şimdi gel sarıl, sarıl bana kınalım
Gök kubbenin altında orada da beraber
Çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayali
Hasretinin çölünde sanki bir pınar gibiİnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste
Yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be…
Orhan Veli Kanık – Bu Şehri Bırakmak
Bu şehirde yağmur altında dolaşılır
Limandaki mavnalara bakıp
Şarkılar mırıldanılır geceleri.
Bu şehrin sokakları çoktur,
Binlerce insan gelir gider sokaklarında..
Her akşam çayımı getiren
Ve bir Beyaz Rus olmasına rağmen
Hoşuma giden garson kadın bu şehirdedir.Bu şehirdedir
Valslar, fokstrotlar altında
Suman`dan, Brams’dan
Parçalar çaldığı zaman dönüp
Bana bakan ihtiyar piyanist.Doğduğum köye müşteri taşıyan
Şirket vapurları bu şehirdedir.
Hatıralarım bu şehirdedir.
Sevdiklerim,
Ölmüşlerimin mezarları.Bu şehirdedir işim gücüm,
Ekmek param.
Fakat bütün bunlara mukabil
Yine budur başka bir şehirdeki
Bir kadın yüzünden
Bıraktığım şehir.
Özdemir Asaf – Olmak İsterdim
Şu anda İstanbul’da olmak isterdim.
Mihrabat Korusunun dar yollarında seninle
Yan yana, yana yana yürümek…
Bir de martıların kanatlarından seyretmek İstanbul’u.
Birde sen olacaktın yanımda adamım.
Bakarken Çamlıca’dan mehtaba,
Dinleyecektik en güzel aşk şarkılarını.
Ve ben senin gözlerinde kaybolurken,
Seni seviyorum diye haykıracaktım Marmara’ya
Şimdi yanımdasın belki ama
Ne Mihrabat Korusunun dar yollarında,
Seninle yan yana, yana yana
Yürüyebildik…
Ne de bakabildik Çamlıca’dan mehtaba
Ne de dinleyebildik en güzel aşk şarkılarını
Sadece kaybolabildim gözlerinde ama
Seni seviyorum diye haykıramadım Marmara’ya…
Özdemir Asaf – Olmak İsterdim
Şu anda İstanbul’da olmak isterdim.
Mihrabat Korusunun dar yollarında seninle
Yan yana, yana yana yürümek…
Bir de martıların kanatlarından seyretmek İstanbul’u.
Birde sen olacaktın yanımda adamım.
Bakarken Çamlıca’dan mehtaba,
Dinleyecektik en güzel aşk şarkılarını.
Ve ben senin gözlerinde kaybolurken,
Seni seviyorum diye haykıracaktım Marmara’ya
Şimdi yanımdasın belki ama
Ne Mihrabat Korusunun dar yollarında,
Seninle yan yana, yana yana
Yürüyebildik…
Ne de bakabildik Çamlıca’dan mehtaba
Ne de dinleyebildik en güzel aşk şarkılarını
Sadece kaybolabildim gözlerinde ama
Seni seviyorum diye haykıramadım Marmara’ya…
Sabahattin Ali – Köprüde Sabah
Gece, yavaşça siyah mantosunu sürükler
Vapurlar, şimdi suya bırakılmış kütükler,
Ufuk, banyo edilen bir fotoğraf camıdır…
Dağlar dudaklarını boyar pembe bir tüyle
Köprüde fersiz gözler açılır üzüntüyle:
Sabah, ıstırap çeken kalplerin akşamıdır…
Kollarını gererken iş bekleyen bir sandal,
İlk ışıklar açılır esmer sularda dal dal;
Rüya görür kıyılar bir uyanık uykuda…
Gecenin bir mehtabı andırırken sonları,
Gemi fenerlerinin ziyadan bastonları
Kaybolur ağır ağır kurşunileşen suda…
Paslı mızraklar gibi uyuklayan direkler
Bir gün yapacakları muhayyel cengi bekler,
Uçuşur beyaz deniz kuşları alay alay…
Buruşuk bir deriyi andırır titreyen su,
İner merdivenlerden ilk vapurun yolcusu,
Uyandırır ihtiyar köprüyü bir tramvay…
Ümit Yaşar Oğuzcan –
İstanbul Dedim De Seni Hatırladım
İşte İstanbul
yorgun şehir
işte canından bezmiş boğaz vapurları
kederli tramvaylar
ve Galata Köprüsü’nden
telaşlı insanlar geçmektedir
bir gizli sevinç mahzun gözbebeklerimde
eriyen bir sükun kaldırımlarda adım adım
işte İstanbul
İstanbul dedim de seni hatırladım.
Balıkçı tepsilerinde gümüş balıkları
tekir,barbunya,canım uskumru,levrek
işte İstanbul
kulaklarımda bir derin uğultu
hiç bitmeyecek
karşıda kızkulesi
gözleri yaşlı bir kadın gibi
ve minareler çaresizliğimizi haykırmakta Allah’a
caddelerinde başım dönüyordu
gecelerinde ağladım
İstanbul,o büyük şehir
o mahzun şehir
İstanbul dedim de seni hatırladım.
Boğaz içinden bir vapur geçer
benim aklımdan senin gözlerin geçiyordu
Bebek, dediler indim
nereye baksam denizdi
mavi mavi bir hüzündü ayaklarımın altında
işte İstanbul
Haliç,
Çiçek Pasajı,
Beyoğlu…
Beyoğlu’nun daracık sokaklarında seni aradım.
İçim ürpertilerle dolu, amansız korkularla
İstanbul dedim de seni hatırladım.
Necip Fazıl Kısakürek – Canım İstanbul
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul…Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…
Bulutta şaha kalkmış Fatih’ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…O manayı bul da bul!
İlle İstanbul’da bul!
İstanbul,
İstanbul…Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca’da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
Bir ses, bilemem tambur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ‘ Kâtibimi…Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul…Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…
Nedim – Kaside Der Vasf-i Der Istanbul
Bu şehr-i sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre acem mülkü fedâdırBir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdırBir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl
Bir bağ-ı iremdir ki gülü izz ü alâdırAltında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdırHer bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdırİnsaf değildir ânı dünyaya değişmek
Gülzarların cennete teşbih hatadırHerkes irişür anda muradına ânınçün
Dergahları melce-i erbab-ı recâdırKala-yı meârif satılır sûklarında
Bazâr-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemâdırCamilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdırMescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdırSer-çeşmeleri olmada insana revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdırHep halkının etvarı pesendîde-i makbul
Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdırŞimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın
Evsafı hele başka kitâb olsa sezâdırNâmı gibi olmuşdur o hem sa’d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdırKûh-sarları bağları kasrları hep
Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdırİstanbul’un evsafını mümkün mi beyân hiç
Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır