1867 yılında genç bir Fransız mühendis olan Eugène Gavan, İstanbul'u bir tatil için ziyaret etti. O dönemde, şehir, Haliç tarafından iki ayrı bölgeye ayrılmıştı: Avrupa'dan gelenler ve Hristiyanların yaşadığı Beyoğlu ile Müslüman Türklerin yaşadığı İstanbul.
Gavan, Beyoğlu'ndaki otelinden çıkarak Karaköy'e doğru giden dik Yüksek Kaldırım Caddesi'nde dolaşırken yoğun bir kalabalıkla karşılaştı. Bu kalabalık deneyimi, Gavan'ın aklında yenilikçi bir fikir uyandırdı: yer altı bir asansör…
Gavan bu fikri gerçekleştirmek için Fransız hükümetine başvurdu, ancak olumsuz yanıt aldı daha sonra İngiliz hükümetine başvurdu ve destek buldu. İngilizlerin desteğiyle, Gavan 1869 yılında Yüksek Kaldırım çevresinde bir yer altı asansörü inşa etmek için planlar yapmaya başladı. Gavan'ın bu planları gerçekleştirmek için Osmanlı İmparatorluğu'nun da onayını alması gerekiyordu, Osmanlı yetkililerini müzakereler yoluyla ikna etmeyi başardı ve 6 Kasım 1869'da Sultan Abdülaziz'den yer altı asansörünün inşası için izin aldı.
Yüzlerce işçiyle birlikte çalışan Gavan, tünelin inşasını 1874'te tamamladı. Başlangıçta, İstanbul halkı bu yeni ulaşım aracına şüpheyle yaklaştı. O dönemde, ulaşım genellikle atlı arabalarla sağlanıyordu ve yer altı ulaşım sistemi oldukça alışılmadık bir fikirdi.
Halkın bu yeni ulaşım yöntemine uyum sağlamasına yardımcı olmak için Gavan birkaç önlem aldı. Yolcuların hayvanlarını ve eşyalarını taşıyabilmesi için tünelin yolcu aracına bir yük vagonu eklendi. Ayrıca, beş yaş altı çocuklardan ücret alınmaması gibi uygulamalar, İstanbulluların tüneli kullanmalarını teşvik etti.
Bu önlemler sayesinde tünel, İstanbul'un günlük yaşamının bir parçası haline geldi. İlk olarak iki buharlı motorla 150 beygir gücü üreten tünel, 1911'de elektrikli enerjiye geçti. 1911'e kadar tünel, bir İngiliz şirketi ve daha sonra bir Fransız şirketi tarafından işletildi. 1939'da ise Türkiye Cumhuriyeti tarafından satın alındı.
Dünyanın ikinci en eski metrosu olarak bilinen Tünel, aynı zamanda ilk yer altı füniküler sistemi olarak tanınır. Bugün, İstanbul'un ulaşım ağı için hayati bir parça olmaya devam eder ve şehrin ikonik simgelerinden biri olarak kabul edilir.