Franz Liszt, 1847 yılında Osmanlı topraklarına ayak bastı. Sanatçı, Avrupa’nın büyük saraylarında konserler vererek geniş bir hayran kitlesine ulaşmış, piyano virtüözü olarak ün salmıştı. İstanbul’a gelişi de bir müzikal buluşma niteliğindeydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı ile ilişkileri güçlendirmek adına kültürel etkileşimlere önem verdiği bu dönemde, Liszt’in ziyareti büyük bir heyecanla karşılandı. Liszt doğu kültürüne ilgi duyuyor ve özellikle de İstanbul’u çok ama çok merak ediyordu. Ünlü İtalyan opera bestecisi Gaetano Donizetti, kardeşi Guiseppe Donizetti’nin Osmanlı sarayında görevli olduğunu ve kendisine İstanbul’a gitmesi konusunda yardım edebileceğini söyledi ve kardeşine bir mektup yazarak durumu anlattı.
Guiseppe Donizetti’nin Osmanlı Müzika-ı Hümayunu’nu (Osmanlı Askeri Bandosu) kurduğunu ve Paşa unvanı aldığı göz önünde bulundurulduğunda bu mektup oldukça hatrı sayılır bir mektuptu. Mektubun yazılmasından kısa bir süre sonra 8 Haziran 1847’de Franz Liszt İstanbul’a geldi ve aynı gün Padişah Abdülmecid’in huzuruna çıktı. 2 akşam üst üste Çırağan Sarayı’nda konserler verdi. Osmanlı aristokrasisini büyüleyen Liszt özellikle Dolmabahçe Sarayı’ndaki performanslarıyla, dönemin saray tebası tarafından büyük bir takdir topladı. Sultan Abdülmecid de Liszt’e olan hayranlığını açıkça gösterdi ve sanatçıyı nişanla onurlandırdı.
Tabii büyüleyici bir ilhamın şehri olan İstanbul da, Liszt'in müziğinde izler bıraktı. Doğu'nun egzotik atmosferini, şehrin kültürel çeşitliliğini ve İslam dünyasına ait ritüelleri bestelerine temas ettiren Liszt, bu deneyimlerden ilham aldı. Osmanlı müziğinin geleneksel makamları ve ritimleri, batılı bir besteci için son derece ilgi çekiciydi. Bu etkiler, Liszt’in daha sonraki bazı bestelerinde de kendini gösterdi. Oryantalizm bir kez daha bir Avrupalı’nın kalbini dünyanın başkenti İstanbul’da çalmayı başarmıştı. Franz Liszt’in en unutulmaz anlarından biri, Dolmabahçe Sarayı’ndaki konserleriydi. Dolmabahçe, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun batılılaşma çabalarının en belirgin sembollerinden biriydi. Bu ihtişamlı sarayda Liszt’in piyanosundan dökülen notalar, hem Batı müziğinin zenginliğini hem de Osmanlı’nın kültürel açılımını temsil ediyordu. Konser sırasında Sultan Abdülmecid ve Osmanlı saray tebası, Liszt’in müzikle olan derin bağını ve olağanüstü yeteneğini yakından gözleme fırsatı buldular. Franz Liszt İstanbul’da popülerleşerek ün kazandıktan sonra 1 ay boyunca Beyoğlu’nda Polonya Sokakta (Bugün ki Nur-u Ziya sokak) 19 numaralı evde yaşadı. Bu bina babadan oğula dünyanın meşhur piyano imalatçısı, sarayın müzik enstrüman ve notalarını temin eden Commendiger ailesine ait şık ve nezih bir apartmandı.
Fakat daha sonraları Polonya Sokağı’nda çıkan bir yangın sonrasında bütün sokak tahrip olmuş ve 19 numaralı bina da yanmıştı. 19 numaralı bina sonradan yeniden yapılmış ancak yine de yangından önceki estetiğine kavuşamamıştır. 19 Numaralı binada yalnızca bestelerin hikayeleri ve Franz Liszt’in hatırasını taşıyarak ayakta tarihe meydan okuyan bir bina kalmıştır. Binanın halen üzerinde Franz Liszt’in İstanbul’da kaldığı süre içerisinde burada konakladığını belirten bir tabela mevcuttur. İstanbul ziyaretinizde bu ilham dolu hikayenin sokağından geçmeyi ihmal etmeyin. Belki de 19 numaralı apartmanda halen daha notalar, besteler ve ilhamlar hikaye anlatıcısını bekliyordur.
Kim bilir?