Bunlardan biri de İtalyan ressam Fausto Zonaro’dur. Zonaro Edmondo De Amicis’in dünyaca ünlü eseri “Kostantiniyye” ile İstanbul sokaklarının tasvirine hayran kalmış, şansı yaver gitmeyen bir ülkedense yepyeni fırsatların ve bambaşka bir kültürün çok renkliliğine doğru yola çıkmıştır. Zonaro şehri gezerken adeta kendinden geçmiştir. Bu şehirde çok fazla renk vardır. Bir ressamı ekmek ve su mu besler yoksa binlerce renk mi? Zonaro devasa bir panayırda gibidir bu şehirde. Çünkü Müslümanların Kurban Bayramı biter Yahudilerin Pessah’ı başlar, ardından Paskalya ve sonrasında Rumların bayramı oradan oraya koşturur Zonaro ve tabii ki resmeder, 19. Yüzyılın İstanbul’unu bir film gibi seyreder.
Zonaro İstanbul’dan beslendikçe, İstanbul da ona sayısız fırsatlar sunmaya başladı. Öyle ki; Zonaro’nun bu ünü kısa sürede saraya kadar ulaştı. Resimleriyle önce diplomatik çevrelerin, daha sonra da Osmanlı ileri gelenlerinin dikkatini çekmesi uzun sürmedi; siparişler siparişleri takip etti, özel ders taleplerinin arkası kesilmedi. Bir gün elbette Sultan da fark edecekti Zonaro’nun binbir renkli İstanbul’unu…
Sultan’la karşılaşması da Zonaro’nun İstanbul’un renklerinin peşinde iz sürdüğü bir zamanın meyvesi olarak karşısına çıktı. Bir dönem her hafta Galata Köprüsü’nde Sultan Abdülhamid’in özel muhafız alayının cuma selamlığı için Yıldız Camii’ne ilerleyişini İstanbul ahalisi ile beraber izleyen Zonaro, Söğütlü’den itinayla seçilmiş Türkmen kökenli askerlerden oluşan bu beyaz atlı süvari birliğine hayran olur ve hemen bu gösterişli yürüyüşü tuvaline aktarır . “Ertuğrul Süvari Alayı Köprüde” ismini verdiği bu tablosu ona saray ressamı ünvanını kazandırır. Osmanlı payitahtının sanat ve edebiyat konusunda dış dünyayı takip etmeyi ihmal etmeyen Sultan’ını temsil ettiğinin farkında olan Zonaro, bu ünvanı taşıdığı on üç yıl boyunca yaptığı tablolarla saray koleksiyonunu zenginleştirir; yabancı konuklar için bu koleksiyonu düzenler; Hamid’in ve çocuklarının portrelerini yapar ve emeği sayısız nişanlarla taltif edilir. Sultan kendisinden Teselya Savaşı için bir tablo yapmasını ister, bunun üzerine savaş alanına gitmeye hazırlanan Zonaro, Yılda Sarayı Korusu’na geldiğinde dev bir mizansenle karşılaşır. Hücum adını verdiği tabloyu tamamlayan Zonaro Sultan’ı kendine hayran bırakır. Bunun üzerine Sultan bir Osmanlı sultanına yakışan o soruyu sorar: “Dile benden ne dilersen!” Zonaro nihayet böyle bir soruyu duyduğu için heyecanlanır ve Sultan’dan Akaret’lerde bol ışık alan 2500 metrekarelik 50. Numaralı daireyi ister. Zonaro’nun teklifini reddetmeyen Sultan; O’na üç katlı bu şahane evi hediye eder.
Hayat arkadaşı olan fotoğraf sanatçısı Elisa ile bu ev, bir yaşam alanından ziyade geleceği dönüştürecek bir sanat atölyesine dönüşür ve bu ev tarih sahnesini değiştirecek önemli kadın sanatçıların yetişmesine de ön ayak olur. Osman Hamdi Bey’in yeni açtığı Sanayi-i Nefise’sinin yetişemediği kimi eksikleri Zonaro resim bölümü öğrencilerine kendi atölyesinde ders vererek mümkün mertebe gidermeye çalışacaktır. Resim tutkunu müslüman ve gayrimüslim gençler Zonaro Hoca’nın bir dediğini iki etmeden atölyesine gelip giderler. Sadece resim bölümünden erkek öğrenciler mi? Ya eğitim hakkı olmayan kız öğrenciler? Aralarında daha sonra Nazım Hikmet’in annesi olarak tanınacak Celile Hanım ve Mihri Hanım’ın da olduğu kız öğrencilere Zonaro Hoca’nın atölyesinde elbette yer vardır. İlerleyen yıllarda burada eğitim gören Mihri Hanım, gün gelecek İnas Sanayi-i Nefise’nin (Kızlar için Güzel Sanatlar Okulu) kurulmasına da ön ayak olacaktır.
Fakat zaman her zaman duyurmaz, bazense buyurur. 1909 yılının başında Sultan Abdülhamid Selanik’e sürgüne gönderilir, Yıldız Sarayı’nın yağmalanması da gördüğü en talihsiz olaydır. Öyle ki; “İnsan hiç kendi evini yağmalar mı?” Diye sormaktan kendini alamaz. Zaten artık O da şehrin renginde kendini bulamaz. İstanbul’a sayısız eserler bırakır ve gitmeden evvel Konstantinopollü atası Bizanslı tarihçi Giovanni Zonaro gibi İstanbul sokaklarını iziyle, düşüyle ve hayatına dokunduğu binlerce insanın hayır duası, iyi dilekleriyle uğurlanır.
Bu şehrin sokaklarında eskiz defteriyle koşturan, gün batımına hayran kalan ve üretmekten usanmayan herkes; bir gün Beşiktaş sokaklarında Zonaro’nun ruhunu hissedebilir ve bu şehrin binlerce yıllık hikayelerinin bir parçası olur.